Tasarımcılar Nasıl Fiyat Verir?
Mentörlük

Tasarımcılar Nasıl Fiyat Verir?

Mesut Uğurlu
Mesut Uğurlu
25 Nisan 2022 36 dk. okuma

DesignGost Blog bölümü için tecrübeli yaratıcılarla 3'üncü blog serisini hazırladık. Konseptimiz ''Bir Soru Beş Cevap''. Sorumuz: Tasarımcılar nasıl fiyat verir?

Cevap 1

Mehmet Gözetlik / Brand Designer

Etkili fiyat teklifi nasıl üretilir?James Cameron, George Lucas, Steven Spielberg, Christopher Nolan gibi önde gelen yönetmenler yapımcıları ikna edebildikleri bütçelerle, sadece kendi filmlerine değil sektörün dönüşümüne de katkı sağladılar. Çünkü projeye ayrılan zamanı, dahil edilebilecek ekibi, projenin bütçesi belirler. Bütçenin sınırlarını, yatırımcıların harcama gücünü ise sektörün önde gelen isimleri tanımlar. Apple, iPhone’ların fiyatını artırdığında sadece kendi ürünlerinin değil, rakiplerin de fiyatını artırır. Yeni modellerde kulaklığı, şarj adaptörünü kutudan çıkartıp kazanca yönelik bir adım attığında, Samsung da benzer stratejiyi izler. Tüm bu şirketlerin dolaylı yollarla kazançlarının artması, sektördeki ARGE süreçlerine, işlemci, yazılım gibi ürünlerin gelişmesine katkı sağlar. Dolayısıyla bizim ürünlerle yaşadığımız deneyim gelişir. Bu yüzden doğru fiyatlandırma nasıl bir geleceğe doğru yol aldığımızı belirleyen önemli faktörlerden biridir. Sadece tasarımda değil, hemen her alandaki potansiyelimiz doğru fiyatlandırmayla ortaya çıkar.
Tüm bu potansiyeline rağmen, bildiğim kadarıyla üniversitelerde fiyatlandırma isminde bir ders bulunmuyor. Bu kadar önemli bir konu nasıl olur da üniversitelerde işlenmez, öğrenciler neden fiyatlandırma stratejileri konusunda bilgilendirilmez aklım almıyor. (Sanırım eğitimdeki bütçeler nedeniyle, akademik kadrolar deneyime dayalı konularda eksik kalabiliyor.) Durum böyle olunca, şimdi paylaşacağım bilgilerin birçoğunu aldığım yanlış kararlar ve yediğim kazıklarla öğrendim. Sektörel deneyimim artıkça, finans alanında farklı kaynaklarla ve bilgi çağının imkanlarıyla kendimi geliştirdim.Zaman yerine değer odaklı, ürün yerine süreç bazlı yaklaşım

Paylaşabileceğim ilk bilgi; teklifinizde, proje için harcayacağınız zaman yerine, tasarımla üreteceğiniz değere, müşteriye sağlayacağınız katkıya odaklanmanız olur. Çünkü çoğu tasarımcı bir tasarımı, bir gün yerine bir ayda hatta bir yılda yaparsa o işin daha pahalı olacağını düşünür. Bu yaklaşımla, şirketler için zamanın da para kadar önemli olduğu gerçeğini atlarlar. Aslında daha hızlı tasarlamanız, şirketin yaptığı yatırımdan daha hızlı geri dönüş alması sağlar bu da fiyatı azaltmaz, artırır. Tıpkı express uçuşun, aktarmalıdan pahalı olması gibi. Değer ve ihtiyaç odaklı bir projeyi fiyatlandırmak, hem sizin, hem de müşterinin daha verimli bir sonuca ulaşmasını sağlar.

Bir diğer hata da, ürün bazlı fiyatlandırmadır. Örneğin logotype, kimlik kılavuzu, web sitesi gibi. Bu senaryoda, müşteri “bizim kılavuza ihtiyacımız yok” diyerek sizden indirim isteyebilir. Oysa araştırma, tasarım, strateji, üretim gibi, farklı süreçleri fiyatlandırdığınızda, müşteri herhangi bir süreci çıkartamayacağı için pazarlık konusundaki sürprizler azalacaktır. Prodüksiyon şirketleri genellikle süreç bazlı yaklaşımı benimserler.

Üretim Maliyeti, Piyasa Değeri, Müşteri Bütçesi

Fiyatı belirleyeceğimiz aşamada, üç soruya yanıt vermemiz gerekir: Üretiminizin maliyeti nedir, market değeri nedir, müşterinizin bütçesi nedir.

Üretim maliyetini bir finans uzmanı gibi hesaplamalı, proje sürecinde harcayacağınız, kira, elektrik vb. kaynaklarla birlikte, yazılımdan, bilgisayara, telefondan, tükettiğiniz medyalara kadar her şeyi, harcadığınız tüm yaşamsal harcamaları dikkate almalısınız. Verdiğiniz hiç bir teklif bu giderlerin altında olmamalı.

Tasarımın market değeri nedir? Bu bilgileri toplamak için tasarım şirketlerinden, sektördeki arkadaşlarınızdan yardım alabilirsiniz. Tasarım meslek örgütlerinin taban fiyat listeleri de piyasa koşulları hakkında fikir verebilir. İngilizce kaynaklara araştırırsanız, tasarım fiyat listelerini içeren çeşitli kitaplara erişebilirsiniz ve farklı fiyat stratejilerine ulaşabilirsiniz. Bilginizi nereden edindiğiniz çok önemli değil, ancak tek bir kaynakla yetinmeyip, olabildiğince çok yöntemle piyasa koşullarını objektif bir şekilde anlamanız önemli.

Müşterinin bütçesi nedir? sorusunu müşterinize sorarsanız, büyük ihtimalle yanıt alamazsınız. Ama böyle bir ihtimale rağmen, “bütçeyi öğrenmenizin proje çapını belirleyeceğini” söyleyerek, müşteriye yaklaşık bütçesini sorabilirsiniz. Yine yanıt alamazsanız, hemen pes etmeyin, yaratıcılığımızı kullanarak ihtiyacımız olan verilere ulaşabiliriz. Örneğin, müşterinize geçmiş projelerindeki bütçesini sorabilirsiniz. Veya kaba bir fiyat aralığı vererek, yaklaşımınızın ayrılan bütçe açısından uygun olup olmadığını anlayabilirsiniz. Eğer bu sorulara da yanıt alamazsanız, farklı benzetmelerden yararlanabilirsiniz. Örneğin, “Bu web sitesi projesiyle, 350 km hıza ulaşan, herkesi büyüleyen, göz alıcı bir Porsche 911 Turbo performansına mı ulaşmayı hedefliyorsunuz? Yoksa küçük motorlu sempatik bir Fiat 500 mü tasarlamamızı istiyorsunuz” gibi? Buradaki benzetmelerin birbirlerinden ayrışan noktalarına vurgu yapmanız, müşterinin beklentisini ve bütçeyi anlamanızı kolaylaştırabilir.

Sonuç: iyi tasarım pahalıysa, bir de kötüsünün maliyetine bakın

Tüm bu verileri topladıktan sonra, artık teklifinizi hazırlayabilirsiniz. Bu aşamada öz güveninizi olabildiğince yüksek tutmalı, rahat hisler içinde fiyatlandırmayı çıkartmalısınız. Tekliflerinizdeki yaklaşımınız tutarlı ve sürdürülebilir olmalı. İstisnalar dışında, müşterinize projede kaç saat çalıştığınızı söylememelisiniz. Her zaman hedeflere ve tasarlayacağınız değere odaklanın. Kazançlı olmayan hiç bir projeyi kabul etmeyin. Projenizden sağlayacağınız kazanç, motivasyonunuza ve başarınıza etki eder, bu da müşterinizin sizin tasarımınızla daha başarılı olmasını, yapılan yatırımdan maksimum verimi almasını sağlar.

Jaguar’ın CEO’su Ralf Speth’in dediği gibi: “iyi tasarımın pahalı olduğunu düşünüyorsanız, bir de kötü tasarımın maliyetine bakmalısınız.”

Konu hakkında önereceğim kaynaklara geçmeden önce, “Tasarımcılar Nasıl Fiyat Verir” sorusu için Designgost’a teşekkürler. Eğer daha derin bilgilere erişmek isterseniz, “theFutur” Youtube kanalında, bütçelendirmeyle ilgili Chris Do’nun hazırladığı müşteri analizlerini izleyebilirsiniz. Bu videolarla farklı müşteri profillerinin isteklerine daha hazırlıklı olabilirsiniz. “Graphic Artists Guild Handbook, 16th Edition: Pricing & Ethical Guidelines” ve “The Psychology of Graphic Design Pricing, Michael Janda” kitaplarını da tavsiye edebilirim. İki kitap da Amazon’dan sipariş verilebiliyor.

Sadece fiyat konusunda değil, farklı bir çok alanda okulda öğretilmeyen yeni bilgilere ulaşmak isterseniz, medium aracılığıyla düzenli paylaştığım makaleleri okuyabilir, beni InstagramTwitter veya LinkedIn üstünden takip edebilirsiniz.

Bu yazı Designgost’un “Bir soru beş cevap” serisi kapsamında, “Tasarımcılar Nasıl Fiyat Verir?” sorusuna Mehmet Gözetlik’in verdiği yanıtı içermektedir. Bu soruya yanıt veren diğer tasarımcıların yanıtlarını da okumak isterseniz, aşağıdaki Designgost blog sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

Cevap 2

Mesut Uğurlu / Multidisciplinary Designer

Çilekler ve Ben (Hikaye 1)

1996 yılı yaz başlarıydı, kardeşimle yine o yaz anneannemin ve dedemin yanına köye bırakılmıştık. Balkanların ücra köşesindeki bu köyde, bu insanlar sisteme çok az bir bağlılıkla yaşamsal giderlerinin büyük bölümünü kendileri hallederek yaşarlardı. İşte bu karmaşık Tasarımcıların nasıl fiyat verdiği durumunu size bu yıllarda geçen gözlemlediğim gerçek iki hikaye üzerinden anlatacağım.

Bizim evimizin birçok bahçesi vardı, çeşitli sebzeler ve meyveler yetişirdi. Bunların içinde benimde en sevdiğim meyve olan çileğin yeri ayrıdır. Hikaye bir çileğin nasıl oluştuğu, işlendiği, satıldığı ve yendiği ile ilgili olacak. Mayıs ayı her yıl çileklerin yeşilden kırmızıya döndüğü doğal sürecinin devam ettiği ve olgunlaşıp sürekli meyve verdiği bir dönemdir. Arka bahçemizde hatırladığım kadarıyla 20-30 metrekarelik küçük sayılan bir alanda çilekler ekiliydi. Bu alanda sadece aile üyelerinin o dönem boyunca taze tüketmesi için yeterli olan bir miktar yetişirdi. Yani toprağın çileğe ayrılan bölümü yeterli ve dengeliydi. Yinede beklenenden fazla çilek olgunlaşırsa kış boyunca yenecek reçel, komposto ve marmelat türü konserve gıdaların yapımı için hazırlanarak depolanır ve böylece tüm yıl tüketilebilirdi. Bu döngü böylece devam ederken ve tüm üretme ve tüketme döngüsü normalken o Mayıs ayında anormal bir çilek yetiştiğini hatırlıyorum. Bu beklenmedik fazla çilek mutluluğunu kardeşimle her gün iki üç öğün çilek yiyerek geçirdiğimizi ve bu yüzden midemizden çok fazla sıkıntı çektiğimizi hiç unutmuyorum :) Her neyse bütün ay boyunca çilekler yendi, komşulara dağıtıldı, kış için gerekli olanlar ayrıldı ama yinede o dönemin hava şartlarından ya da toprağın verim döngüsünden mi bilmiyorum, kopartılan çilekler Haziran ortalarına kadar çıkmaya devam etti. İki günde bir kovalarla keyif alarak sürekli olgunlaşan çilekleri topladığımızı hatırlıyorum. Bir süre sonra o kadar çok olmaya başladı ki, evin altındaki doğal soğuk hava deposunda onları depolamıştık. Durum bizim açımızdan çok eğlenceli anneannem ve dedem açısından tuhaf ve düşündürücüydü. En son anneannemin “çilekler çıkmaya birkaç hafta daha devam edebilir yazık olacak“ dediğini hatırlıyorum. Dedeminde ilginç bir fikirle “O zaman bizde kasaba pazarına gidip satalım“ diyerek ticari bir fikirle olayı bambaşka bir noktaya çekmişti. İşte o an ilk ticari deneyimimin başladığını ve kapitalizmi öğrendiğimi bilmiyordum. Ortada üretilmiş bir mal vardı, satılmazsa çürüyecek ve çöp olacaktı. Çöp olursa bizim evi etkilemezdi belki. Çünkü çilek o ev için eğlencenin, lezzetin her Mayıs ayı boyunca deneyimlediği ve onlarca üretilen şeyden bir tanesiydi. Fakat israfı sevmeyen anneannem ve dedem bunu pazara çıkarma fikrini uygulamaya koydu. Sonuçta mevsimlerden yazdı, ikiside emekliydi ve torunlarıyla güzel zaman geçiriyorlardı. Sloganımız “Yeni bir pazar bulunacak ve mal satılacaktı”.
Cumartesi sabahı dedemle ikimiz elimizde kapağı kapalı plastik ve alüminyum kovalarla otobüs durağında bekliyorduk. Otobüs geldi, kovalar dikkatlice yüklendi. Dedem benim için yarım, kendisi için tam bilet parası ödedi ve kasabaya pazar yerine vardık.
Pazar yerinin kirası için yine cebinden bir miktar para ödedi. Daha önce pazarcılık yapmadığımız için çok donanımlı değildik ama evden el tartısı ve bir sürü kağıt poşet getirmiştik dolayısıyla ürün için gerekli tüm materyaller hazırdı. Tezgah kurulmuştu fakat çileğin fiyatı neye göre belirlenecekti? Dedemin sağa sola baktığını ve diğer çilek tezgahına giderek fiyatlara göz attığını görmüştüm. Sonra gelip bana iki karton ve kalem verip “Al bakalım, buraya 1 KG - 4 Leva yaz” ve “Çileklerin üzerine yerleştir” dedi. Bende ilk tasarım projelerimden biri olacak fiyat etiketi tasarımını ileride tasarımcı olacağımı bilmeden hazırlamış oldum.

Satışa başladık, kendimi ilk işin verdiği heyecan ve ciddiyetle çilekleri akşama kadar bitirmeye odaklamıştım. Her şey çok güzel gidiyordu, o gün hava güzeldi insanlar pazarı tıklım tıklım doldurmuştu. Getirdiğimiz bütün kovaları öğleden sonra bitirmeye yaklaştığımızı hatırlıyorum. Paralar dedemin bel çantasında birikiyordu ve bana bakıp gülümsediğini “Sana bugün çok iyi bir maaş vereceğim, yalnız hepsini satman gerek” demişti. Çok motive bir şekilde gelen her müşteriyle şakalaşıyor, torbalara avuç avuç çilek dolduruyordum. Doğa bize bunu bedava vermişti ve hunharca para kazanıyorduk :) Akşama doğru tüm kovalar bitmiş, tezgah boşalmıştı. Diğer tezgahtaki çileklerde bitmeye yakındı ama yinede bir kaç kasa satılmayan çilekleri olduğunu görmüştüm. O tezgahın çilek fiyatına akşam olana kadar dikkat etmemiştim, şimdi gözüme ilişmişti ve 1 Kg - 2 Leva yazıyordu. Çilekleri bizimki kadar güzel ve taze denebilirdi, tezgahı bizden daha büyüktü ve donanımından gerçekten pazarcı olduğunu anlamıştım. Dönüp dedeme niye biz 4 levaya satıyoruz dediğimde Dedem “Bizim paraya ihtiyacımız yok, çilekler israf olmasın diye geldik” demişti ve gülümsemişti. Hemen bana 40 leva maaşımıda takdim etmişti, o zamana göre çok büyük paraydı ve 10 Kg Çilek satışından elden edilen bir rakamdı. Tüm çileklerin toplamı 45-55 Kg civarıydı diye hatırlıyorum. Satışın ¼ çalışana ödenmişti, lojistik giderler ve pazar yer maliyetide hesaplandığında ortalama bu sürecin dedeme maliyeti 60 leva civarıydı. Elden edilen toplam gelirin 240 Leva civarı olduğunu söylemişti. Şimdi düşündüğümde bile maliyet çıktığında çok güzel kar kalmıştı ne de olsa çilekler kendi arazimizden çıkmıştı ve yağmur suyu harici çok bakıma ihtiyacı yoktu. Yani doğa ana kazandırmıştı. Akşam otobüsünde boş kovalar elimizde eve dönerken üzerimde çalışmanın verdiği o yorgunluk ama cebimin dolmasının verdiği o hazla cama kafamı yaslamış parayı nereye harcamalıyım hayallerine dalıyordum (nasılsa tekrar çilek üretimine bir pay ayırmama gerek yoktu). Bir ara otobüs derin bir çukurdan geçince dedemin koridora koyduğu kovalardan biri devrildi ve dibinde kalan küçük çileğin koridor boyunca yuvarlanışı seyredip uykuya dalmıştım. Bu hikaye bir çocukluk anısı olmasının yanında benim için kapitalizmin ilk dersiydi. Buradan çıkan derside hikayenin en sonunda yazacağım.

Çilekler ve Çilekçi (Hikaye 2)

İkinci hikayeyi çok uzun anlatmayacağım ama diğer tezgahtaki çilekçi kim biliyor musunuz? Sizsiniz hepiniz, hepimiz tüm tasarımcılar. O çilekçi sadece Mayıs ayında çilek satıyor ve yılın 12 ayı o pazarda farklı dönemlerde farklı ürünler satmak zorunda. Bir kamyoneti var, bir çalışanı var. Tezgaha her hafta para ödüyor, her gün yeni ürünler için hallere gidip ürünler satın alıyor. Pazardan pazara koşup haftanın yedi günününü dolduruyor. Tezgahlarda ürün çakışmasını önlemek için hep yeni ve daha iyi ürünler bulmak zorunda, daha uyguna mal edip daha çok satmak zorunda. Dedem fiyatını o tezgah fiyatını 2 leva olarak belirledikten sonra 4 leva olarak belirlemişti çünkü dedem rahattı, amacı çilekleri satmak olsada çilekleri satamazsa zarar etmeyecekti en azından Otobüs gidiş-geliş pazar yeri ve pazarda yediğimiz yemeğin maliyetini karşılayacağını biliyordu, karşılamasa da sorun değildi sermayesi vardı ve stres yapmadan, gerilmeden sadece bir kereye mahsus piyasa değeri 2 Leva olan ürünü 4 Levaya özel koşullar yüzünden satabildi. Keyfi karar veriyordu, Amatördü ve yaptığı şey kapitalizm için sürdürülebilir değildi. Bir daha onu orada o fiyatla gören müşteri kazıklandığını anlayacaktı ve piyasadan silinecekti. Piyasa bellidir, kapitalizm Şili’de yetişen 1 Kg çileğin maliyetiyle Muğla'da yetişen 1 Kg çileğin maliyetini dengeler, tıpkı bir doktorun yetişme maliyetiyle tasarımcının yetişme maliyetini dengelediği gibi.

Şimdi Tasarımcılar nasıl fiyat verir sorusuna gelebiliriz!

Fiyatları en güçlü tedarikçiler belirler. Sebebi en yüksek maliyeti onların ödemesi. Bu maliyet üzerinden de tüm lokal piyasanın belirlendiğini söyleyebiliriz. Bugüne kadar Türkiye’de bir Logo tasarımına 1 milyon TL diyen tasarımcı olmamıştır. Desede ciddiye alınmaz çünkü müşteriler fiyat konusunda her zaman bizden daha akıllıdır. Fakat Marka tasarımına yüzlerce kez 1 Milyon TL diyen ajans olmuştur ve kabulde edilmiştir. İşin diğer tarafında bir Tasarımcı ajansın 1 Milyon TL’ye aldığı projeyi, oranın maaşlı çalışanı olarak ayda 10.000 TL’ye başka markaların işlerine bakarak da yapabilir. Bu ajans Marka projesindeki logo ayağını dışarıdan bir tasarımcıya yine max. 15.000 TL’ye yaptırabilir. Bağımsız tasarımcı bu projeyi yaparken bunun gibi 3 projeyi daha kaldırabilir ve ay sonunda 60.000 TL kazanmış olur. Bu denklemde yine fiyatı bizim belirleyemediğimizi sadece işi alma gücümüzün olup olmadığını görebiliriz.

İlk çilek hikayesindeki tasarımcı olduğunuzu düşünün aldığınız projeye veya çalıştığınız iş yerine piyasanın iki katı, üç katı veya dört katı fiyat çektiğinizi düşünün. İşi almak mecburi olmasın ve gerçekten bunu yapabilecek biricik kişi olun. Bu durumda kaç kişi vardır? Muhtemelen Türkiyede azdır! Dünyada bu işi yapanlara göre bu sayı her zaman az olacaktır.

Tasarımcı kendisi bir müşteriyle çalışıyor olabilir yani işletmenin kendisi olduğu denk bir durum olabilir ya da Tasarımcı bir çalışandır. Her iki durumda da önce kendimize ne kadar yatırım yaptığımızı bilmeliyiz. Bu alanda sizin denginiz kaç meslektaşınız olduğunu o bölgede kaç tane bu işi yapan ve satan işletme olduğunu, ülkenin ekonomik durumunu, müşterilerin ne sattığını, müşterilerin pazar değerini, müşterilerin yerel mi global mi olduğunu, bu işi kaç kişinin aynı kalitede yapabileceğini ve daha önce kaç kere o müşteriyle çalıştığınızı bilmeli, hesaplamalı ve bir denge bulmalısınız. Her yeni müşteri fiyat yükseltmek için bir fırsatken eski müşterilerinizle sadakat anlaşmalarınız gereği daha sürdürülebilir ve garantici olmalısınız.

Siz fiyat belirlemeye çalışsanızda bir süre sonra bunun mücadele edilmemesi gereken bir şey olduğunu ve piyasanın ortalamasını bulmanın daha doğru olduğunu öğreniyorsunuz. Bir şeylerin sürdürülebilir olmadığını hissettiğinizde orada yanlış fiyatlar verdiğinizi zaten anlıyorsunuz.

Bu yazıyı okuyan hiç kimsenin ilk hikayedeki duruma uyduğunu düşünmüyorum. Zaten uygun hissediyorsa bir süre sonra bu işi bırakacak veya yapamayacaktır. Çünkü Toprak sizin değil, su sizin değil, kazma kürek, kovalar sizin değil, pazardaki sandalyeniz sizin değil bunların hepsi kiralık ve siz sadece tüm bunların kirasını iyi hesaplayıp çalışıp, üretip çileğe sahip olursunuz tıpkı ikinci hikayedeki pazarcı gibi. Fakat en iyi çileği de yetiştirseniz onu doğru fiyata satamazsanız bilin ki çürüyecek ve aç kalacaksınız o yüzden bu işi yapacaksak çilekten kazandığımızla toprağın sahibi olmalıyız.

Cevap 3

Özge Mardi / Art Director

Tasarım alanında fiyatlandırmayı Maliyet Odaklı ve Değer Odaklı olmak üzere 2 yönlü düşünmek gerekir. Bu bölümde maliyet odaklı olan fiyata nasıl verilir? sorusuna yanıtlar verelim.

Profesyonel bir tasarımcı görsel anlamda altyapısı olduğu için pek çok tasarım ürününü ne kadar sürede tasaralayabileceğini tahmin edebilir. Örneğin bir kurumsal kimlik tasarımı çalışması için brief + araştırma + fikir + eskiz + uygulama + sunum + revizyon ve tasarım teslimi sürecinin ne kadar ( kaç saat) süreceğini hesaplayabilir. Bu açıdan saatlik gideri hesaplamak tasarım ürünün fiyatını belirlemeyi kolaylaştırır.

Tasarımcının saatlik çalışmasının giderini hesaplaması için, ofis kirasından, ısınma giderine, içtiği kahveden, kullandığı Adobe program lisanslarından dinlediği müziğin telif kirasına 1 saatlik giderlerini bilmesi. Hangi tasarım ürünü tasarlayanacak ise bu bir saat gideri + deneyim (tasarım alanında kaç yıl deneyimi varsa) ekler. Buna ek olarak ülkeye göre vergi giderleride eklenir. Böylece verilen emek ve giderlerin karşılığı hesaplanır.

Tasarım ürünün fiyatlandırılmasında kullanılan bu yöntem farklı sektörlerde uygulanan adam saat çalışma ücretlendirmesidir. Son zamanlarda tasarımcıların da fiyatlandırmada sıkça uyguladığı bir yöntemdir.

UX design gibi bazı projelerin tasarımlarında sürecin uzayacağı durumlarda ayrıca Adam gün olarak da fiyat verilebilir. Yani günlük olarak 7 saat üzerinden de fiyat verilerek müşteri ile karşılıklı anlaşılarak uzun soluklu projelerde çalışılabilir.

Diğer yandan farklı bir fiyata verme yöntemi olarak; özellikle freelancer olarak çalışanlar için sektörde çalıştığında alacağı maaş üzerinden de saat hesaplaması yapılabilir. Bulunan saat ücreti üzerinden kaç saat çalışılacak ise fiyat bu saatlerin toplamı olarak verilir.

Buna ek olarak Meslek Kuruluşlarının tasarım ürünleri için belirlediği Fiyat listesi ile çalışılabilir. Fiyat listesinde yer alan tasarım ürünlerinin satış fiyatı müşteriye verilir.

Ekip olarak çalışılacaksa; Proje bazında çalışılacak işlerde ekip olarak çalışılacaksa, yine sabit giderler ve değişken giderler + vergilerle birlikte tasarım ürünlerinin satış fiyatı belirlenebilir.

Benim kişisel tercihim, briefle birlikte 1 saat olarak sabit giderlerin hesaplanması + vergiler + tecrübedir. Böylece daha adil bir fiyatlandırmadır.

Cevap 4

Ozan Karakoç / Brand Designer

Fiyat belirleme işi, tasarımcılar için her zaman önemli bir konu olmuştur. Özellikle genç ve tecrübesi az olan tasarımcılar, bu konuda sıkça kararsızlık ve kafa karışıklığı yaşıyorlar. Bir makaleyle bunu tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmasa da, bazı paylaşımlar, bakış açısını doğru yönde geliştirmeye önemli katkılar sağlayabilir.

Önce şu soruyu sorarak başlayalım:

Ederiniz Nedir?

Ben kimim? Nasıl bir tasarımcıyım? Alanımda iş yapan dünyanın dört bir yanındaki tasarımcıların işlerine baktığımda kendimi nasıl hissediyorum? Dünya standartlarında iş üretebiliyor muyum, yoksa yolun başında mıyım? Karşımda kim olursa olsun onunla rekabet edebileceğimi düşünüyor muyum, yoksa o noktaya gelmem için daha çok çalışmam mı gerekiyor?

Buna paralel olarak bir de şu soru var: benim birinci önceliğim nedir? Portfolyomu güçlendirip insanlara ve sektöre kendimi kanıtlamak mı, daha büyük işler alıp prestijimi arttırmak mı, sadece para kazanmak mı? (Sonuncusuysa yanlış mesleğe adım atmış olabilirsiniz.)

Bu yanıtlara göre ederinizi belirlemeye çalışın, ancak bunu yaparken, yaptığınız işin değerli bir iş olduğunu unutmayın. 25 milyon liraya Royce Rolls alınabiliyor ama 150 bin liraya Renault Clio da var. Aralarında büyük farklar da olsa, ikisi de arabadır. Ve cebinizde sadece 5 bin lira varsa, araba sahibi olamazsınız.

Fiyat Düşürerek Avantaj Elde Edilir Mi?

Ben; indirim yapmanın çoğu zaman olumsuz sonuçlar doğurduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de hiçbir teklifime pazarlık payı eklemiyorum ve hiçbir koşulda fiyat düşürmüyorum.

Bunun ilk sebebi, etik bakış açısı. Ederinin 10 lira olduğuna karar verdiğim bir iş için 12 lira istersem ve müşteri bunu kabul ederse, hakettiğimden fazla kazanç elde edeceğimi düşünüp bundan rahatsızlık duyarım. Müşteri indirim ister de 12'den 10'a düşersem ve müşteriyi bu şekilde ikna edersem, bunun da müşteriyi 'kandırmak' olduğuna inanırım.

Bir müşterim indirim isterse, ona, bu yaklaşımımı şeffaf bir biçimde anlatıyorum. Fiyatlarıma pazarlık payı eklemediğimi, hakettiği değer neyse onu paylaştığımı, bu nedenle de indirim yapamadığımı belirtiyorum. Buna da her zaman olumlu geri dönüş alıyorum.

İkinci sebep; müşterinin, mesleğe ve emeğime verdiği değeri gözlemliyor olmam. Müşteri, 12 lirayı yüksek buluyorsa, 10 lirayı da yüksek bulmalı. 12'den 10'a inildiğinde ikna oluyorsa, muhtemelen 'yapmış olmak için' pazarlık yapıyordur. Bu da etik bakış açısının karşı taraftaki tezahürünü gösterir. Yani 10 lira teklif verseydim, yine indirim isteyecekti ve 8'e düşürmeye çalışacaktı. 8 verseydim 6'ya, 6 verseydim 4'e...

Tabi müşteri, proje için 5 lira ayırdıysa ve benim teklifim 12 lira olduysa, vazgeçip başka bir tasarımcıya gidebilir. Bu noktada işi kaçırdığımı ve düelloyu kaybettiğimi düşünmem. Aksine, benim emeğimi ve iş kalitemi haketmeyen bir kurumla çalışmayacak olduğum için kazananın ben olduğumu düşünürüm.

Üçüncü sebep de, mesleğime ve meslektaşlarıma olan saygım.

Bir projeye çok düşük fiyat vererek avantaj elde etmek ve o projeyi sadece bu fiyat indirimi sayesinde alabilmek, size kısa vadede kazandırmış gibi görünse de, uzun vadede o avantajı misliyle geri alabilir. Her tasarımcı; kendi kariyeriyle birlikte, mesleğini ve meslektaşlarını da düşünmelidir. Çünkü meslek ne kadar gelişir, meslektaşları ne kadar büyürse, kendisi de o kadar büyüyecektir.

Tek motivasyonu para kazanmak olan, bu uğurda ülkesinin sağlık sistemine, meslektaşlarına, bağlı bulunduğu hastaneye ve içinde çalışan hastabakıcılara saygısızlık eden bir doktora, sağlığınızı emanet etmek ister miydiniz? Ben istemezdim.

Fiyatı, işin hakettiği seviyenin altına indirmek, mesleğin değerini düşürmek ve meslektaşları zor durumda bırakmaktır.

Peki Müşteriyi Kaçırmayı Nasıl Göze Alacağım?

Fiyat konusunu bir makaleyle çözemeyecek olmamızın başlıca nedeni bu soru...

Kariyer basamaklarını tırmanmış, belli tecrübeler elde etmiş ve ekonomik özgürlüğünü kazanmış bir tasarımcı için, yukarıdaki cümleleri kurmak kolay olabilir. Peki ya henüz bu noktaya gelmediyseniz? İşinizi çok seviyor ve meslektaşlarınıza çok saygı duyuyor olsanız da, şu an için birinci önceliğiniz para kazanıp hayatta kalabilmekse?

Bu durumda, elbette bazı geçici fedakarlıklar yapılabilir. İkinci bir iş yapmak, pasif gelir elde etmek, ailenizden destek almak gibi seçenekleriniz yoksa, fiyat düşürmek son çare olabilir. Yine de, o halde dahi, bazı adımları dikkatli atabilirsiniz.

10 lira değerindeki bir iş için 8 liralık teklif veriyorsanız ve buna rağmen müşteriniz 4 lirada ısrar ediyorsa, kendinize saygınız, maddi kaygınızın önünde olmalı ve bunu kabul etmemelisiniz. Yine de işi almaya çok ihtiyacınız varsa, teklifin içeriğini güncelleyebilirsiniz. 8 liralık teklifte üç kalem iş varsa, onu ikiye indirmeyi önerebilir ya da beş alternatif sunmak yerine iki alternatif sunabilirsiniz. İşe yarayabilecek bir diğer karşı teklif, ödeme planı sunmak olabilir. 8 lirayı tek seferde talep etmek yerine, bir kısmını önden alıp, geri kalanını ikiye bölmeyi önerebilirsiniz. Son olarak müşteriden, paranın dışında bir karşılık da talep edebilirsiniz. Bu, duruma göre şirketin ürettiği bir ürün ya da belli bir döneminden kar ortaklığı olabilir.

Yüksek Fiyat Vermenin Avantajları Nelerdir?

Her tasarımcı; kariyer sürecinde, fiyatlarını adım adım arttırmalıdır. Özellikle belli bir deneyime ulaştıktan sonra, geçen her sene, size yeni değerler kazandırmaya başlar. Daha büyük işler yapabilmeye, daha kapsamlı projelere kalkışabilmeye, çok uluslu müşterilerle diyalog kurabilmeye, yaptığınız işi daha iyi anlatabilmeye ve farklı disiplinlerdeki profesyonellerle işbirliği yaparak hizmet alanınızı genişletebilmeye başlarsınız.

Bunun karşılığında kişisel markanız güçlenir, kendinizi, Clio'dan Royce Rolls'a doğru giden yolda bulursunuz. Elbette bunun müşteriye yansıması da fiyat alanında olur.

Fiyatlarınızı yükselttikçe, zaman içinde işlerinizin kalitesinin de arttığını farkedersiniz. Daha vizyonlu ve daha profesyonel müşterilerden, daha büyük ve daha yüksek bütçeli projeler alırsınız. Prestijiniz arttıkça, birlikte çalıştığınız müşterilerin kalitesi artar, portfolyonuz güçlenir, fiyatlarınızı daha da yukarı çekmeniz için uygun zemin oluşur. Böylece kişisel markanızı ya da ajansınızı, daha değerli bir noktada konumlandırmış olursunuz.

Saatlik Fiyatlandırma Kime Yarar?

Türkiye'de pek yaygın olduğunu sanmıyorum ama ABD'de saatlik ya da günlük fiyatlandırma sıklıkla karşımıza çıkan bir yöntem. Ben, her ikisi yönünde yapılan teklifleri de nazikçe reddetmeyi ve proje bazlı fiyatlandırma ile çalışmayı tercih ediyorum.

Bana göre saatlik fiyatlandırma, bizim mesleğimiz için uygun bir yöntem değil. Bunun öncelikli sebebi, hızlı çalışanları neredeyse 'cezalandırıyor' olması. Oysa iyi işi hızlı şekilde üretmek, önemli bir başarıdır ve tecrübenin göstergesidir. Ayrıca tasarım, net olarak zamanlaması tutulabilecek bir iş değil. Bazen, müşteriden proje detaylarını dinlerken aklınızda harika bir fikir canlanır, toplantı bittiği anda oturup beş dakika içinde çizersiniz ve bütün sunumu o fikir üzerine inşa edebilirsiniz. Bazen toplantı biter, bir gün geçer, iki gün geçer, aklınıza gelen hiçbir fikirden memnun olmazsınız. Sonra 'o fikir', bir gün parkta yürürken aniden zihninizde beliriverir.

Tamamen aynı zorluktaki 10 projeyi, saatlik fiyatlandırma ile yapsanız, 10 farklı rakamın ortaya çıktığını görürsünüz. Düşük çıkanda, hızlı iş yaptığınız için cezalandırılmış, yüksek çıkanda ağır kaldığınız için ödüllendirilmiş olursunuz.

Bu yöntem, sadece tasarımcı için değil, müşteri için de sorunlu. İyi niyetli ve dürüst bir tasarımcı, çalıştığı saatleri şeffaf bir şekilde bildirebilir. Aksi yönde hareket eden bir tasarımcı ise 7'de bitirdiği günü 9'da bitirmiş gibi gösterebilir, 10'da uyandığı halde 8'den 10'a kadar geçen sürenin bedelini de müşteriden talep edebilir.

Saatlik çalışmanın faydalı olabileceği durumlar, ancak basit uygulama işleri olabilir. Fotoğraf maskeleme işi yapıyorsanız, bunu saatlik olarak ücretlendirebilirsiniz. Müşteri, gönderdiği 50 fotoğrafın üzerine 5 tane daha göndermek isterse, onları da kolayca faturalandırmış olursunuz. Onun dışında, kalkışmamakta fayda olduğunu düşünüyorum.

Cevap 4

Örgüt Çaylı / Creative Director

Her tasarımcı hayatında en az bir kez fiyat vermiştir. Profesyonel bir bütçe teklifi hazırlamak bazen çok fazla vakit ve emek ister. Bağlanırsın, kolay vedalaşamazsın. Minik tatlı bütçe teklifim benim, seni o kötü kalpli canavarlara gönderemem, sen hep benimle kal dersin. Kimi zaman mutlu, çoğu zaman da hüzünlü bir hikayedir tasarımcının fiyat vermesi. Kulaktan kulağa, nesilden nesile aktarılır bu hikayeler. Ve her hikayenin bir de prequel’i vardır. Tasarımcılar fiyat vermeden önce, uzak galaksilerin kuytularında çok şeyler olur. Tekinsiz şeyler. Ne durursun, anlat bize o halde çeşnicibaşı dediğinizi duyar gibiyim.

Prequel

Part I — “Bize yaklaşık bir fiyat verebilir misiniz?”


Yılın bu mevsiminde ava çıkan yırtıcı müşteriler, güçlü koku alan solungaçlarıyla piyasayı kolaçan ederler. Yüksek fiyat vermekten korkan ürkek tasarımcıları tespit ettiklerinde, yıldırım hızıyla üstlerine çökerek tüm yaşam enerjilerini emerler. Doğa acımasız, ölümle yaşam arasındaki çizgi bir tık kadar kısadır. Fazla vakit harcamadan aklınızdan geçen en yüksek rakamı sallayın. Ödemezse avcının fakir gönlü bilir, kıymetli vaktiniz size kalmış olur. En yakın üçüncü nesil kıraathaneye giderek güzel bir yulaf sütlü çilekli latte için. Öderse şampanya patlatır, bana da teşekkür edersiniz. Not: Elbette kuru teşekkür olmaz, DM’den IBAN yolluyorum.

Part II — “Fazla bir şey istemiyoruz biz zaten, sadece 250 saatinizi alacak minnacık bir logo lazım bize”

Müşteri velinimet. Kimseyi kırmamak lazım. Sar evladım Magic Trackpad’in altındaki fıstıklı logolardan 250 gram, maksat ağzımız tatlansın. Bir dahaki sefere komple marka kimliği yapalım, daha uygun olur sizin için. Kiloyla branding alımlarında indirim de yapıyoruz. Yalnız kırmızılılar hariç, onlar bu fiyata zor.

Part III — “Siz yine de bize bir teklif verin madem”

İki dakika önce dağları yerinden oynatma gücünde, global bir oyuncu olduğundan bahseden müşteri, yaptığınız konuşmalar ve yaklaşımınızdan etkilenmiş, ancak sizi ucuza kapatamayacağını da anlamıştır. İsteyeceğiniz rakamın yanından bile geçmeyeceğinin farkındadır. Veremeyeceğinden değil dikkat, vermeyeceğinden. Dostlar AVM’de görsün diye sizden fiyat teklifi ister. Vermeyin. “Sizi teklif vermeye uygun nitelikte bulmadım” diyebilirsiniz mesela. Ben yaptım, çok lezzetli oldu.

Part IV — “Kurban olayım bize uygun bişey söyle”

Tanrılara kurban edilmek istemiyorsanız, Aztek ruhlu bu güzel insanlardan kilometrelerce uzakta olun. Mümkünse aynı ülkede bile olmayın. Aynı kıtada olmamanız da faydalı olabilir. Ya da ne bileyim, uygun bir yerden boş lahmacun filan söyleyin, doysun fakir.

Part V — “Sen şimdi uygun birşey söyle, bizim elimizde daha çok marka var”
 
Kısa yoldan şöyle cevaplayabilirsiniz: Siz şimdi bu projenin ücretinin tamamını hemen şimdi ödeyin, benim aklımda daha neler var. Mavili var, pembeli var, pötikareli, karpuzlu, kakalı…

Part VI — “Biz seninle çok ciddi düşünüyoruz”

Kendisini duayen işadamı ya da yeni nesil girişimci olarak tanıtarak, bedava tasarım karşılığında ortaklık, hisse, kar payı, Rio’da tatil vesaire teklif eden dolandırıcıları ALO GMK hattını 7/24 arayarak ihbar edebilirsiniz.

Part VII — “Abi sen içinden gelirse tasarla bişeyler, biz müşteriye bir sunalım. Belki üç beş atarlar”

Genellikle kıdemli onbaşı ajans insanlarından gelir bu tip istekler. Hayatınız tehlike altında olabilir. Onlar üç beş atmadan siz proton torpidolarınızı fırlatın, ve derhal oradan kaçın. Çıkarken lastiklerini de patlatın ki takip edemesinler. Yakın gemileri.

Part VIII — “Hayatta her şey para değil. Çok paragöz olmuşsun sen”

Mesela örneğin, en yakın Apple Store’a gidin. “Ondan da koy, bunu da ekle, şununla çarp” diyerek en üst konfigürasyon Mac Studio ve Studio Display’i paketlettirin. “Toplam 187.705 TL. Ödeme nasıl olacak?” diye soran lacivert t-shirt’lü tatlı satış elemanı kişisine “Hayatta her şey para değil. Gözlerimdeki şu ışığı görüyor musunuz?” deyin. Sonra cebinizdeki sihirli çubuğu çıkartarak büyülü kelimeleri söyleyin. Nasıl da masal tadında bir hayat. Öyle değil mi?

Part IX — “Şimdi senin aslında bunu bir fırsat olarak görmen lazım”

Bu fırsat kaçmaz. Hayatta kaç defa insanın başına hiç tanımadığı birinin dandik markası için günlerce, belki aylarca bedava çalışma fırsatı gelir ki? Ortamlarda havanız olur hem, “Yakupkadrikaraosmanoğulları Kuruyemişleri için 360 derece kampanya yaptım” dersiniz.

Part X — “Yalnız bizim bütçemiz çok sınırlı”

En güzelini en sona sakladım. Ona kalbinizde kocaman bir yer açın. Pamuklara sarın, sarmalayın. Pozitif enerjilerinizi gönderin. Olmuyor mu? O halde tüm sevginizle kulağına şu kelimeleri fısıldayın: “Yüreğimi şarapla marine ettim senin için. Yer misin?”

Sequel

Her hikayenin bir öncesi olduğu gibi, bir de sonrası var değerli tasarlayıcılar. Yukarıda okuduklarınızın en eğlenceli tarafı, ben, şahsım ve kendim tarafından Gerçekverse’te deneyimlenmiş olmaları. Yaratıcılık gezegeninde yaşayan, hayatını bu şekilde devam ettirmeye çalışan herkes, aşağı yukarı benzer durumlarla karşılaşmıştır. Biraz içe dönük ve çokça naif insanlarız biz. Hayal dünyasında yaşadığımız söylenir bazen, ki doğrudur. Hayal etmeyen, hayal kurmayan bu işi yapamaz zaten, mümkün değil.Müşteriler için brief’le iş üreten tasarımcılar olarak, ticaretle doğrudan ilişki içerisinde olsak da, hepimiz —haydi hepimiz demeyelim de çoğumuz— saf ve naif insanlarız. Böyle olduğumuz için, sanki alnımızda 34 ENAYİ 00 yazan bir plakayla dolaşıyormuş gibi algılanıyoruz bu ülkede. Sizi öven, göklere çıkartan, “hayranınısımsss” diyen insanlar, beş dakika sonra para konuşmaya başladığınızda hakaret etmeye başlayabiliyorlar. İşlerinizi beğeniyor olmaları size gösterdikleri bir lütuf çünkü onlara göre, para istemek ne demek. “Beğendik ya, bir de üstüne para mı vereceğiz” tavrındalar.

Prequel ve Sequel tamam da, hikayenin kendisi nerede?

Kapımı çalan işlerin pek çoğu, fiyatım yüksek geldiği için gerçekleşemiyor. Yıllar önce ajans dünyasını terk ederken bir karar almıştım: Asla yaptığım işe değer vermeyen kimseyle çalışmayacağım. Bütün dünya çok zor bir dönemden geçiyor ve herkes ayakta kalma mücadelesi içinde. Buna rağmen, ekonomik olarak zor dönemler geçirsem de, bu kararımdan hiç dönmedim.

Tasarım projeleri hoşluk olsun, güzel görünsün diye yapılmazlar. Tasarım markalarla müşterileri arasındaki köprüdür. İyi tasarım, markaların doğru dilde konuşmasını sağlar, doğrudan değer katar ve karlılığı artırır. “Değer vermek” derken anlatmaya çalıştığım bu. Talepte bulunduğu tasarım projesini bir iş yatırımı olarak görmeyenlerle çalışamıyorum.

Benim verdiğim marka kimliği bütçelerine yüksek diyenlerin, Pentagram, Saffron ya da Landor’a çok daha fazlasını ödemeye hazır olduklarını biliyorum. O şirketlerin showcase’lerinde Türkiye’deki müşterileri için yaptıkları işleri göremezsiniz. Çünkü bize üçüncü dünya ülkesi gözüyle baktıkları için, tonla para alıp işleri çoğunlukla Türkiye’den buldukları junior ekiplere ve stajyerlerine yaptırırlar. Ülkemizi tanımamaları ve umursamamaları da ayrı bir konu.

“Network ajansları sizden düşük fiyat veriyor” dediklerinde gidin onlarla çalışın diyorum. Komik fee’ler nedeniyle trajediye dönüşmüş maaşlarla, 7/24 mesai halinde aynı anda 10 müşteriye bakan insanlardan ne kadar verim alabilirsiniz? Ajanstaki kaderi ayak oyunlarıyla koltuğu ele geçirmiş birinin iki dudağının arasına bağlı, 7/24 aybaşını nasıl getirebileceğini düşünen insanlar nasıl yaratıcı olabilir? Elbette ajanslarda az sayıda kalan ve olumsuz koşullara rağmen harika işler üreten yaratıcılar da var. Olasılıklardan bahsediyorum.

Ben yüksek fiyat vermiyorum, işimin değeri bu. Başkaları düşük fiyat veriyorlarsa bu onların sorunu. Uzun yıllar reklamcılık ve yaratıcı yönetmenlik yapmış bir yaratıcı olarak, markalar için çok farklı dünyaları bir araya getirerek önemli fırsatların kapısını aralayacak bir potansiyele sahip olduğumu düşünüyorum.

İşimizin sürekli yeni teknoloji ürünlerine yatırım yapmayı ve pahalı dijital kaynaklar kullanmayı gerektiren bir yapısı var. Bunlar işin maddi maliyetleri, bir de yaratıcılığa tüm ömrünü adama gerekliliği gibi manevi maliyetler var. Her zaman güncel kalmalı ve zamanın ruhuna hakim olmalısınız. Bu maliyetlerin karşılığını alabilmem ve üstüne hayat standardlarımı, sağlığımı ve mutluluğumu koruyacak kadar kazanç elde etmem gerekiyor. Tasarımı “iki tık tık” sanan, perspektiflerimiz arasında 12 parsekten fazla fark olan herkese kolayca ben size uygun değilim, bye bye diyebiliyorum.

Kendi ülkesinin yaratıcılarına güvenmeyen, bizim hayatlarımızı nasıl sürdürebileceğimizi hiç umursamayan, ama milli bayramlar için yaptırdıkları yaratıcılıktan uzak, içi boş ve hamaset yüklü reklam filmleriyle vatanseverlik nutukları atmaya devam eden sayın “büyük” şirket yöneticileri: Siz olmadan da ayakta kalabiliyoruz neyse ki. Çok az da olsalar, çalışmaya değer ve yaratıcılığa değer veren insanlar var.